Tasarrufun iptali davaları, borçlu tarafından yapılan ve alacaklının alacak hakkına zarar veren işlemlerin iptal edilmesi istemiyle açılmaktadır. Bu dava sayesinde, borçlunun yaptığı işlemler alacaklıya karşı geçersiz kılınabilmektedir. Kanunda, borçluya karşı tasarrufun iptali davası açılabilecek haller belirtilmiştir. Bu hallerin tamamında tasarrufun iptali davasının açılması için mutlaka da borçlunun alacaklısına veya alacaklılarından birine zarar verme kastı taşıması öngörülmemiştir. Örneğin; borçlunun borca batık durumdayken Kanunda belirtilen ve şüpheli dönem olarak nitelendirilen zaman dilimlerinde yapmış olduğu işlemlerin iptali için de tasarrufun iptali davası açılması mümkündür. Burada borçlunun alacaklıdan mal kaçırma amacı gütmesi ve bunun ispat edilmesi davacıdan beklenmemektedir. Fakat İcra ve İflas Kanunu’nun 280. maddesinde düzenlenen ve tasarrufun iptali sebeplerinden biri olan borçlunun alacaklılara zarar verme kastıyla işlem yapması halinde davacının bu kastı ispat etmesi gerekmektedir.
Bu bültende, genellikle borçlunun mallarını başkalarına devretme, bağışlama, satmış gibi gösterme yoluyla mal kaçırma girişimlerinde karşımıza çıkan alacaklılara zarar verme kastı ve bu kastın davada ispatı konusu üzerinde durulacaktır.
1. Tasarrufun İptalinin Talep Edilebileceği Durumlar
Tasarrufun iptali davalarının açılabileceği haller Kanun’da genel olarak sayılmış olup iptal sebeplerinin tamamı tek tek belirtilmiş değildir. Yargıtay verdiği kararda tasarrufun iptali davalarına ve davanın sonucuna ilişkin aşağıdaki tespitlerde bulunmuştur;
“İcra ve İflas Kanununun 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz ya da iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyiniyet kurallarına aykırılık” nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır.
Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir (İİK.md.283/1). Bu yasal nedenle iptal davası, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan, nisbi nitelikte yasadan doğan bir dava olup; tasarrufa konu malların aynı ile ilgili değildir.
Borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabi tasarrufları, üç grup altında ve İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar, sınırlı olarak sayılmış değildir. Kanun, iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hakimin takdirine bırakmıştır (İİK.md.281). Bu yasal nedenle de, davacı tarafından İİK.nun 278, 279 ve 280.maddelerden birine dayanılmış olsa dahi, mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine göre iptal kararı verebilir. Genelde denilebilir ki, borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları, alacaklılarından mal kaçılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz halinde yapılan tasarruflar ile alacaklılarına zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır.”[1]
2. Tasarrufun İptali Davalarında Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan İşlemlerin İptal Edilebilmesinin Şartları
İcra ve İflas Kanunu’nun 280. maddesine göre, malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılara ya da bunlardan birine yönelik zarar verme kastıyla hareket ederek yaptığı işlemler iptal edilebilir işlemlerdir. İptalin sağlanabilmesi için bazı şartların varlığı ve bunların davada ortaya konabilmesi gereklidir.
İcra ve iflas Kanunu madde 280 hükmüne göre borçlunun yaptığı bir tasarrufun, tasarrufun iptali davası ile iptal edilebilmesi için aşağıdaki şartların varlığı aranmaktadır;
- Borçlu hakkında yürütülen icra takibi semeresiz (sonuçsuz) kalmış olmalıdır,
- Borçlunun malvarlığı borçlarına yetmemeli, pasifi aktifinden fazla olmalıdır,
- İşlem, Kanunda “şüpheli dönem” olarak nitelendirilen zaman diliminde yapılmış olmalıdır,
- Borçlunun alacaklılara veya bunlardan birine zarar verme yönünde kastı bulunmalıdır,
- Borçlunun işlem yaptığı üçüncü kişi, borçlunun ekonomik durumunu ve alacaklılara zarar verme kastıyla hareket ettiğini bilmeli veya bilmesi gerektiği kabul edilebilmelidir.
3. Tasarrufun İptali Davalarında İspat Yükü
Tasarrufun iptali davalarında ispat yükü, davacı alacaklı üzerindedir. Alacaklı bu davada, yukarıda sayılan şartların gerçekleştiğini ispatla yükümlüdür. Nitekim, tasarrufun iptalinden kendi lehine hak çıkaracak olan taraf olması nedeniyle genel ispat kuralları çerçevesinde ulaşılan sonuç da bu yöndedir.
Davanın niteliği gereği ispat faaliyetinin zor olması nedeniyle, borçlunun kastının arandığı iptal sebeplerine özgü olarak davacı alacaklıya çeşitli ispat kolaylıkları tanınmıştır. Bunlar; emarelerden yola çıkılarak yaklaşık ispatın yeterli kabul edilmesi ile Kanun’da kabul edilen ve davacı alacaklı lehine olan karinelerdir. Davacının doğrudan doğruya veya emarelerden yola çıkarak iddialarını yaklaşık olarak ispat etmesi veya davacı tarafın karinenin temeli olan vakıayı kanıtlaması, işlemin iptali bakımından yeterli bir ispat seviyesi olarak kabul edilmektedir. Davacının karinenin temelini ispat etmesi halinde, bu kez borçlu tarafın bu karineyi çürütmeye çalışması gerekmektedir. Fakat ispat konusunda alacaklı tarafın bu davada daha avantajlı bir konumda olduğunu söylemek gerekir.
Davacı alacaklı, borçlunun kendisine zarar verme kastıyla yaptığı işlemleri iptal ettirmek için tasarrufun iptali davası açmışsa, bu davada özellikle aşağıdaki hususları ispat etmesi zorunludur. Bunlar;
- Borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla hareket ettiğinin ispatı,
- Borçluyla işlem yapan kişinin, borçlunun mali durumu ve yapılan işlemlerdeki alacaklıya zarar verme kastını bildiği veya bilmesi gerektiğinin ispatı.
Aşağıda her iki durumda ispat faaliyetinin nasıl yapılması gerektiğine ilişkin açıklamalara yer verilmiştir.
4. Borçlunun Zarar Verme Kastının İspatı
İİK madde 280’de yer alan tasarrufun iptali sebebi, borçlunun alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı işlemleri kapsamaktadır. Burada alacaklılara zarar verme kastından anlaşılması gereken, borçlunun mal kaçırma iradesiyle hareket etmesidir. Borçlu şayet yaptığı işlemlerde alacaklının alacağına kavuşmasını engellemeyi amaçlamaktaysa, burada borçlunun alacaklıya zarar verme kastından bahsedilebilir.
Borçlunun zarar verme kastı ispatı kolay olan bir durum değildir. Zira kast, kişinin iç dünyasında var olan amaç, niyet ve düşüncesidir. Bunun ise dışarıdan tespiti güç olabilmektedir. Kimse kimsenin aklından geçeni okuyamayacağı için hakimin bu konuda bir kanaate varmasında dış dünyada meydana gelen olay ve olgular dikkate alınmak zorundadır.
Zarar verme kastının ispatının zorluğu karşısında kanun koyucu, davacı alacaklıya bazı kolaylıklar sağlamıştır. Buna göre, iki ayrı durumda, borçlunun alacaklıya zarar verme kastıyla hareket ettiği bir ön kabul (karine) olarak görülmüştür. Bu iki durumdan biri, borçluyla işlem yapan tarafın onun ailesinden birileri olması halidir. İkinci durum ise, ticari işletmenin devridir. Bu iki durumu ve şartlarını ayrı ayrı inceleyecek olursak;
4.1. Borçlunun İşlem Yaptığı Kişinin Ailesinden Birileri Olması Hali
Borçlu, iptali istenen tasarrufu eşi, kardeşi, anne babası, çocukları, torunları veya üçüncü dereceye kadar (amca, dayı, teyze, hala ve kardeş çocuğu/yeğen) ya da kayın hısımlarıyla (eşinin aynı derecedeki akrabaları) yapmışsa, bu tasarrufun mal kaçırma amacına yönelik olduğu kabul edilmektedir. Burada amaç, malları alacaklının koyduracağı hacizden ve icra yoluyla satıştan korumaktır. Zira bilindiği üzere, sadece borçlunun malvarlığında bulunan mallar borçlunun borcu için haczedilebilir. Başkalarına ait olan mallar üzerine borçlunun borcu için haciz işlemi uygulanması mümkün değildir.
Kanunda borçlunun hangi kişilere yaptığı devirlerin iptale tabi olduğu konusunda açık hüküm bulunmaktadır. Dolayısıyla davacı alacaklının bu karineye dayanarak, davada borçlu ile onunla işlem yapan karşı tarafın aralarındaki akrabalık ilişkisini ortaya koyması yeterlidir. Ayrıca, borçlunun mal kaçırma amacını da ispat etmesine gerek yoktur. Burada işlemin mal kaçırma amacı gütmediğini ispat, davalı taraftadır.
Kanunda sayılan akrabalar dışında arkadaşlar veya diğer yakınlarla yapılan işlemlerde ise doğrudan mal kaçırma amacı bulunduğu yönünde bir kabul söz konusu değildir. Burada mal kaçırma olgusu ispata muhtaçtır. Akrabalık dışında aralarında bir yakınlık bulunan kişiler, örneğin iş ortakları veya yakın arkadaşlar arasında mal kaçırma amaçlı işlemler yapılırsa, bu bağlantı tek başına zarar verme kastını ispat etmeye yetmez. Burada ayrıca işlem taraflarının yakınlığı, uzun süredir arkadaşlık, iş ortaklığı ve dolayısıyla güven ilişkisi içinde oldukları gibi bazı emarelere ihtiyaç vardır. Yargıtay kararlarında borçlu ve üçüncü kişi arasındaki bu türden bağlantılar organik bağ olarak adlandırılmaktadır. Örneğin tüzel kişiler bakımından organik bağ; davalı şirketlerin aynı grup çatısı altında olması, şirket ortaklarının birbiriyle akraba olması, şirketler arasında faaliyet alanı veya adres yönünden hukuksal ya da fiili bağlantı bulunması şeklinde ortaya çıkarılabilmektedir. Yine, borçlunun taşınmaz malını, hakim ortağı olduğu şirkete devretmesi veya borçlu şirketin mallarını aralarında organik bağ bulunan paravan şirketine devretmesi durumları da uygulamada sık karşılaşılan örnekler arasındadır.
Özetle, Kanunda sayılan akrabalar dışında yapılan işlemlerin tasarrufun iptali davasıyla iptal ettirilmesi için borçluyla işlem yapan üçüncü kişi ile borçlu arasındaki organik bağın ortaya konulması gerekmektedir. Aşağıda konuyla ilgili bir Yargıtay kararının özeti yer almaktadır;
“…davalıların kötü niyetli alacaklılara zarar vermek maksadıyla malları elden çıkarıldığı hususunun ispat edilemediği gibi davaya konu malların karşılığının verildiği ve davalıların alacaklıları zarara sokma iradesiyle tasarruf yaptığının ispatlanamadığı yani 2004 S.Y.’nın 280. maddesinde belirtilen şartlar mevcut olmadığı, dahası davacı vekili tarafından davalı borçlu ile ilgili olarak muvakkat veya kati aciz vesikası da sunulmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun düşmemektedir….Ön koşulların bulunması halinde İİK.’nun 278, 279 ve 280. maddelerinde yazılı iptal şartlarının bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır. Özellikle İİK.’nun 278. maddesinde akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği ve yasanın bağışlama hükmünde olarak iptale tâbi tuttuğu tasarrufların iptali gerektiğinden mahkemece ivazlar arasında fark bulunup bulunmadığı incelenmelidir. Aynı maddede sayılan akrabalık derecesi vs. araştırılmalıdır. Keza İİK.’nun 280.maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir. Öte yandan İİK.’nun 279.maddesinde de iptal nedenleri sayılmış olup bu maddede yazılan iptal nedenlerinin gerçekleşip gerçekleşmediği de takdir olunmalıdır. İİK.’nun 282. maddesi gereğince iptal davaları borçlu ve borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimseler ile bunların mirasçıları aleyhine açılır. Ayrıca, kötü niyetli üçüncü şahıslar hakkında da iptal davası açılabilir. Doğrudan doğruya borçludan değil de, borçlunun sattığı şahıstan mal iktisap edenler hakkında iptal kararı verilebilmesi; ancak kötü niyetli olduklarının kanıtlanması halinde mümkündür. Kötüniyetten maksat, borçlunun durumunun satın alan tarafından bilinmesi veya bilinebilecek durumda olmasıdır. Kötü niyeti kanıtlama yükümlülüğü ise davacı alacaklıya düşer. Kötüniyetin kanıtlanamaması halinde dava İİK’nun 283/2. maddesine göre bedele dönüşür.
İİK’nın 283/II maddesine göre de iptal davası, üçüncü şahsın elinden çıkarmış olduğu mallar yerine geçen değere taalluk ediyorsa, bu değerler nispetinde üçüncü şahıs nakden tazmine (davacının alacağından fazla olmamak üzere) mahkûm edilmesi gerekir. Bu ihtimalde 3.kişinin sorumlu olduğu miktar, elden çıkarılan malın o tarihteki gerçek değeridir. Bir başka anlatımla dava ve tasarrufa konu malı elinde bulunduran şahsın kötü niyetli olduğunun kanıtlanamaması halinde dava tümden reddedilmeyip borçlu ile tasarrufta bulunan şahıs tasarrufa konu malı elinden çıkardıkları tarihteki gerçek değeri oranında ve alacak miktarı ile sınırlı olarak tazminata mahkum edilmeleri gerekir. Bu durumda mahkemece davalılar ile borçlu vefat eden …’ın arkadaşlık, akrabalık, ticari ilişki, iş ortaklığı gibi bir yakınlıklarının olup olmadığının araştırılması, bu yönden davalıların nüfus kayıtlarının getirtilip incelenmesi, kayıt maliklerinin kötü niyetli olduğunun kanıtlanamaması durumunda diğer davalı … yönünden davanın tazminat isteğine dönüşeceğinin göz önünde bulundurulması ondan sonra toplanan ve toplanacak olan tüm delillerin birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yanlış değerlendirme sonucu yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru bulunmamıştır.”[2]
4.2. Ticari İşletmenin veya İşyerindeki Emtianın Devredilmesi Hali
Borçlunun borca batık olduğu halde, ticari işletmesini veya işyerindeki ticari emtianın tamamını ya da önemli bir kısmını üçüncü kişilere devretmesini, kanun koyucu alacaklıya zarar verme kastı olarak yorumlamaktadır. Burada borçlunun alacaklı zararına hareket ettiği kanun tarafından kabul edildiğinden ayrıca bu olgunun ispatına gerek bulunmamaktadır. Davacı alacaklı burada sadece, borçlunun ticari işletmesini veya işyerindeki ticari emtianın tamamını ya da önemli bir kısmını devrettiğini ispat ederek davayı kazanabilmektedir.
5. Borçluyla İşlem Yapan Üçüncü Kişinin, Borçlunun Mali Durumunu ve Alacaklıya Zarar Verme Kastını Bildiği veya Bilmesi Gerektiğinin İspatı
Davacı alacaklının tasarrufun iptali davasını kazanabilmesi için, sadece borçlunun kendisine zarar verme kastıyla hareket ettiğini değil, aynı zamanda borçluyla işlem yapan kişinin de bundan haberdar olduğunu ispat etmesi gerekmektedir. Burada davacının ispatının konusunu iki ayrı husus oluşturur. Birincisi, borçluyla işlem yapan kişinin borçlunun mali durumu yani borca batık durumda olduğu hakkında bilgi sahibi olduğunun ispatı gerekmektedir. İkinci ispat konusu ise borçlunun dava konusu işlemi alacaklıya zarar verme gayesiyle yaptığını üçüncü kişinin de bildiğinin ispatıdır. Davacı her iki hususu ispatlamalıdır.
Burada üçüncü kişinin borçlunun durumunu ve kastını bildiğinin ispatı dış dünyaya yansıyan emareler sayesinde ispat edilebilmektedir. Örneğin, borçluyla üçüncü kişinin küçük bir yerleşim yerinde yaşamaları veya aynı sektörde faaliyet gösteriyor olmaları birbirlerinin mali durumundan haberdar oldukları yönünde kuvvetli emareler olarak görülmektedir. Yine, borçluyla üçüncü kişinin yakın arkadaş, komşuluk, iş ortaklığı gibi ilişkiler içinde oldukları durumlarda da mali durum konusunda bilgi sahibi olunduğu yönünde mahkemede kanaat oluşturuabilecektir.
Dava konusu işlemin karşı tarafı olan üçüncü kişinin borçlunun mali durumunu ve zarar verme kastını bildiğini ispatlamada başvurulan argümanlardan biri de işlemin hayatın olağan akışına aykırı nitelikte olmasıdır. Örneğin malın gerçek değerinin çok altında bir bedelle satılması, geçerli ve makul bir sebep olmaksızın bağış yapılması, borçlunun olağan dışı bir ödeme yapması hallerinde hayatın olağan akışına aykırı işlem yapıldığı kabul edilmektedir.
Bundan başka, üçüncü kişinin borçluya yönelik çok sayıda icra takibi başlatıldığını, iş yerinde veya evinde haciz uygulandığını, borçlunun iş ilişkilerinin durumunu bildiği ya da bilmesini gerektiren açık göstergelerin bulunduğu hususu mahkeme önünde inandırıcı biçimde ortaya konulabilirse, davacı alacaklı, üçüncü kişinin işlemdeki zarar verme kastını ve borçlunun mali durumunu bildiğini kanıtlamış sayılabilmektedir.
6. Yaklaşık İspatın Yeterli Olması
Tasarrufun iptali davalarında işlemi yapan tarafların niyet ve amaçları ispatlanmaya çalışılmaktadır ki bu kolay bir iş değildir. İspatın zorluğu göz önünde bulundurularak davacı lehine bazı karineler kabul edildiği gibi, davacının birtakım emarelere dayanarak yaklaşık ispat düzeyinde yapacağı bir ispat da yeterli kabul edilmiştir. Daha açık anlatımla davacı alacaklı, borçlunun ve üçüncü kişinin dava konusu işlemi kendisine zarar vermek, alacak hakkını ödememek, mal kaçırmak amaçlarıyla yaptığını tam olarak kanıtlamak zorunda değildir. Davacının bu iddiaların doğruluğunu, çeşitli göstergelerden yola çıkarak kuvvetle muhtemel göstermesi davayı kazanması için yeterli olacaktır.
Sonuç
Tasarrufun iptali davaları kendine özgü şartları ve sonuçları olan davalardır. Bu kendine özgü koşulların başında davadaki ispat kuralları gelmektedir. Tasarrufun iptali davalarında ispat konusu özellik arz eden teknik bir konudur. Davanın kazanılması veya kaybedilmesi, ispat kurallarının doğru anlaşılıp gerektiği gibi uygulanmasıyla mümkün olmaktadır. Yukarıda anlatılanlar genel mahiyette ve fikir vermesi bakımından yapılan açıklamalar olup, her somut olay özelinde ispatı gereken konu ve ispat şekli değişiklik gösterecektir. Olası hak kayıplarının önüne geçmek ve davanın başarı şansını artırmak için uzman hukuksal destek son derece önemlidir.
Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi ve danışmanlık için ekibimizden yardım isteyebilirsiniz.
Saygılarımızla.
Solmaz Hukuk ve Danışmanlık Ekibi.
Referanslar
Güray Erdönmez, (2017), Alacaklılara Zarar Verme Kastıyla Yapılan Tasarrufların İptali, Onikilevha Yayınları, İstanbul, s. 159-189.
İdil Tuncer Kazancı, (2015), Tasarrufun İptali Davalarında İspat, Yetkin Yayıncılık, Ankara, s.168-186.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2016/8097 E., 2019/4909 K.
Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2015/4819 E., 2017/10158 K.
[1] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2016/8097 E., 2019/4909 K.
[2] Yargıtay 17. Hukuk Dairesi, 2015/4819 E., 2017/10158 K.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.